insanoğlu böyleydi; kendisine emniyet edilmesinden hoşlanırdı. Bu onu hayatın efendisi, büyük ve tek yapıcısı vasıflarında içten doyuran duygu idi. Kısa ve ıstıraplı ömrüne, budalalığına ve hodbinliğine rağmen, bu sakat ve eksik doğmuş Tanrı bu emniyeti kendisi için tek ibadet bilirdi. Buna rağmen onu yalancı çıkarmaktan da hoşlanırdı. Çünkü değişmesini, kendisini ayrı ayrı anlarda, vaziyetlerde idrak etmesini de severdi. Çünkü hodbindi; çünkü içindeki konuşma tek taraflı değildi.”
Ahmet Hamdi Tanpınar, Huzur
Yaklaşık on iki bin yıl önce yerleşik hayata geçişi medeniyetin başlangıcı diye adlandırıyorsak, insanoğlu bunu evcilleştirdiği hayvanlarla başardı. Yerleşikliği gelişip şehirleştikçe, seçtiği hayvanları hayatına bir biçimde dahil etti. Şehir hayvanları doğadan ve doğalarından koparıldıkça daha çok muhtaç hale geldiler insana. O ise kendi keyfince belirledi tahakkümü altındakilerin kaderini. Hangisinin sokakta, hangisinin evde yaşayacağına insan karar verdi. Öyle ki şefkate de maruz bıraktı şiddete de. Evine aldıkları kadar sokağa attıkları da oldu; hatta sokaktakini beslemeye adayıp kendini, kimsesizliğini paylaşan da. Sebepsiz öldürdükleri de pek çoktu. Yalnızlık, mutluluk, terk etme, kaynaşma, dayanışma, kader birliği. Şehirli insanın hikayesi şehrin hayvanlarıyla birlikte yazıldı.