Bir Bellek Mücadelesi- Yassıada

Bu yazının aslı Birikim Dergisi’nin 395. sayısında yayınlanmıştır.

BİR BELLEK MÜCADELESİ MEKANI OLARAK YASSIADA

Bilmiyor gülmeyi sakinlerinin binde biri,

Bir vatan derdi birikmiş bir avuçluk karada,

Kuşu hicran getirir, dalgası hüsran götürür;

Mavi bir gözde elem katrasıdır Yassı ada” 

Faruk Nafiz Çamlıbel

Uzunca bir süre, Anadolu Yakası sahilinden bakıldığında, kule vinçlerin tepelerinde yanıp sönen ışıklardan ve belli belirsiz yükselen silüetten, Yassıada’da hummalı bir faaliyetin sürdüğü anlaşılıyordu. Ancak şehre uzaklığından çıplak gözle detayları seçilemeyen karaltıların neye delalet ettiği ancak Erdoğan’ın inşa halindeki adayı ziyareti esnasında ekrana gelen helikopter çekimleri sayesinde idrak edilebildi. Yassıada’ın “yeni” haline ilişkin görüntülerin ilk kez gösterildiği haber bülteni, aynı zamanda hatırı sayılır bir canlı yayın kazasına da sahne olmuştu. Dahil olduğu sermaye grubunun yatırım konuları Galataport gibi ihalelere kaydıkça yayın çizgisi hükümet söylemine yakınlaşan bir haber kanalında, Erdoğan’ın demecindeki “Yassıada demiyorum, yaslı ada diyorum” ifadelerinin ardından spikerin açık kalan mikrofonu fark etmeyerek canlı yayında “Neresi yaslı ada be! Canına okumuşsun” demesi, dramatik bir durum tespiti olarak tarihe geçmişti.

Bu olaydan yaklaşık iki buçuk yıl sonra, 2021 Ağustos ayında reklam panoları, Yassıada’nın (değiştirilen yeni ismiyle “Demokrasi ve Özgürlükler Adası’nın) içinde tarihi ve tescilli yapılarıyla, müzeler, kongre merkezi, otel, restoran ve sanat eserleriyle bir açık hava sergisi olarak ziyarete açıldığını duyuruyordu. 

Adanın 27 Mayıs Darbesi ile devrilen Demokrat Parti iktidarının başbakanı ve iki bakanının idamına giden süreçte yargılamalara ev sahipliği yapması sebebiyle bir hafıza mekanı olarak tasarlanması, AKP iktidarındaki diğer benzerleri ile karşılaştırıldığında (Hafıza 15 Temmuz Müzesi, Panaroma 1453 Müzesi vb) sürpriz değildi. Ancak adanın aynı zamanda günübirlik ziyaretçiler haricindeki farklı grupların kongre, konaklama gibi “ihtiyaçlarına” cevap verecek şekilde de işlevselleştirilmesi projenin başından itibaren tartışma konusu oldu. Nitekim daha açılış gerçekleştirilmeden projenin “fikir babası” eski AKP’li Kültür Bakanı Ertuğrul Günay “Demokrasi ve İbret Müzesi” fikrinden uzaklaşılarak, Yassıadanın bir turizm projesine çevrildiği gerekçesiyle yapılanın utanç verici olduğunu ifade ediyordu. (Cumhuriyet, 29 Mayıs 2020)

Peki Yassı olan ismi, anımsattıkları nedeniyle “Yaslı” diye anılan, 1976 yılında, Demokrat Parti’nin devamı Adalet Partisi döneminde birinci derece sit alanı olarak ilan edilip “kaderine terkedilen”;  2011 yılında ibretlik bir hafıza mekanına dönüştürülmek için projelendirilen, ancak temeli atılırken dönemin başbakanınca “İstanbul’un Camp David’i” olacağı müjdelenen (Milliyet, 15 Mayıs 2015) sonunda da TOBB tarafından taşeron marifetiyle yap işlet devret modeliyle işletmeye açılan, çok amaçlı, modifiye edilmiş Yassıada’nın “ıssızlığından kurtarılma” serüveninin arkasındaki motivasyon nasıl açıklanabilir? Ben de kafamda bu sorularla adanın darbe geçmişine paralel olarak başka bir darbenin yıl dönümünde 12 Eylül’de adayı ziyaret ettim.

Öncelikle Yassıada’nın AKP’nin kendi kurguladığı bir hafıza mekanına dönüştürülmesini AKP’nin tek başına Merkez Sağ’ın ortak Demokrat Parti mirasının sahiplenilme çabası olarak okumak mümkün. Bu sahiplenme çabası daha önce de dile getirilmişti. Milletin içinden gelip merkezdeki “dar, seçkinci zümrenin” iktidarına son vermeye çalışan; ancak bu sebeple tasfiye edilen/edilmek istenen milletin adamları miti “Astınız, Zehirlediniz, Yedirmeyiz” sloganıyla ifade edilmişti. Üçlemede, milletine yabancı elitlerin ilk kurbanı Adnan Menderes; ikincisi doğal yollarla ölmediği iddia edilen Turgut Özal iken; son potansiyel mağdur payesi bu yola kefeniyle çıktığını belirten Recep Tayyip Erdoğan tarafından taşınıyor. Cumhuriyet tarihi içinde mütedeyyin “millet” ile kendini hayatı pahasına milleti kalkındırmaya adamış liderleri söylemindeki geçişkenlik, birleşme, özdeşleşme çabası, bellekleri yeniden formatlayacak bir mekan ihtiyacını beraberinde getiriyor. Bunun için belleğin görünürlüğünü (Poyraz, 2013, akt. Çınar, 2020) mağduriyetin mekanında tesis etmenin reel politik açısından oldukça işlevsel olduğu söylenebilir.

Hafıza mekanları sadece salt tarihi olayları hatırlatmak için değil; bugünün de yeniden kurgulanmasına tarihsel bir arkaplan sunmak için tasarlanır, toplumların kendilerini anlamlandırma biçimlerini sabitler ve neyi nasıl hatırlayacağımızı bize söylerler. Bu bakımdan Yassıada’yı “unutturulan” bir belleğin yeniden canlandırılması anlamında ziyarete açmanın, iktidarın geçmişi geleceğe taşıyarak “anlam borcunu” ödemesinin bir yolu olduğu düşünülebilir.(Çınar, 2020) 

İktidarının belleği yeniden yaratma potansiyeli iktidar gücünün de göstergesi ancak Yassıada’nın dönüştürüldüğü haliyle bir hafıza mekanı olarak kollektif hafızanın içselleştirilmesini sağlayacak yas duygusunu ziyaretçilere ne ölçüde aktarabildiği oldukça tartışmaya açık.

Ada ziyareti, yargılamaların gerçekleştirildiği, mahkeme heyetinin, askerlerin ve Adnan Menderes ile beraberinde yargılanan diğer Demokrat Partililer’in balmumumundan heykelleriyle yeniden canlandırılan spor salonundan başlıyor. Bu haliyle 27 Mayıs Müzesi’ne dönüştürülmüş mekanda asıl etki, görüntü ve ses efektleri ile kuvvetlendirilmiş, Japon Anime tarzını andıran bir animasyonla sağlanıyor. Her diyalogda ilgili heykelin aydınlatıldığı, filmdeki dış sesin darbe süreci ve yargılamaya ilişkin süreci dramatize ettiği yaklaşık yarım saatlik gösterimde spor salonunun tribünlerinde oturan ziyaretçilerin mahkeme sürecine şahitlik etmeleri amaçlanıyor. Belki de ziyaretçilerin bu sayede “demokrasi şehitlerinin” yaşadığı hakikate tanıklık (*) etmeleri arzulanıyor.

27 Mayıs Müzesi olarak restore edilen spor salonunda balmumu heykeller ile mahkeme süreci yeniden canlandırılırken, izleyiciler dondurulmuş bir anın içinde serbestçe dolaşabiliyorlar.

Filmde özellikle dikkati çeken ayrıntılardan bir tanesi, idam kararının darbecilerin içinden bir grup tarafından alınırken, İsmet İnönü ve Cunta içinde yer alan Alparslan Türkeş’in idamlara karşı çıktığının özellikle vurgulanması. Günümüz CHP’si ve MHP’sinin özenle darbe ile yan yana getirilmemeye çalışılmış olması kayda değer. Bu sayede geçmiş üzerinden bugünün siyasetinin tasavvurunda olası güncel siyasi manevralar için hareket alanı bırakılmış. Belki de bu sayede darbe bildirisini okuyan Albay Alparslan Türkeş’in kurduğu partinin genel başkanı, adanın açılış törenine Erdoğan ile birlikte katılabiliyor. 

(*) Şehitlik ve şahitlik kelimelerinin etimolojik kökenine aynı olup peygamberin mucizesine ve Yüce Hakikat’e tanık olmak anlamına geliyor. İlk şahitlerin ardından, bu tanıklık uğruna ve bu tanıklığın imanıyla zulme göğüs gerenler, canını feda edenlerin şahitliğine istinaden Hakikat’e şahadetini, şehit olmak pahasına savunan İsa, ilk şahit ve ilk şehit olurken, daha sonraları, din uğruna ölene verilen şehit sıfatı ile tanıklığı anlatan şahit adı ayrışıyor. (Bora, 2015)  

Mahkeme salonunun cephelerine yansıtılan animasyon filmde 27 Mayıs süreci izleyicilere aktarılıyor.

Yargılama süreci ziyaretçilere aktarıldıktan sonra diğer uğrak Adnan Menderes Müzesi. Burası subay yatakhanesi iken tecrit odalarına dönüştürülmüş; Adnan Menderes’in çocukluğunu geçirdiği babaannesine ait evin replikasından başlayarak, yargılama dönemindeki iç dünyasının tasvirlerine kadar, hayatından ve siyasi serüveninden kesitlerin her bir odada ayrı ayrı gösterildiği iki katlı bir bina. Yine anlatılan hikayeler balmumundan heykellerle desteklenmiş. Ancak kurgulanmış gerçekliğin amaca daha fazla hizmet edeceği düşünülmüş olacak ki, Adnan Menderes’in hapis yattığı bina yıkılarak (Özlüer, 2016) kendisine ait hücre farklı bir binada “yeniden canlandırılmış”.

Müzenin her bir odasında Adnan Menderes’in hayatından kesitler yer alıyor.

Son olarak adanın en tepesinde, tıraşlanarak meydan haline getirilen alana bakan üç katlı Demokrasi ve Özgürlükler Müzesi, adanın yeni isminde yer alan demokrasi kelimesine atıfla, dünyadaki  ve Türkiye’deki demokrasi gelişimine ilişkin olayları konu alıyor. Müze’nin ayrı bir bölümünde, “Osmanlı’dan Günümüze Demokrasi Mücadeleleri” başlığı altında, seçilmiş olaylar kronolojik olarak yine balmumu heykellerin yer aldığı canlandırmalarla izleyicilere anlatıyor. 

Burada özellikle pedagojik bir kaygının göze çarptığı söylenebilir. İbrahim Müteferrika’nın kurduğu matbaa veya son Meclis-i Mebusan’ın kapatılması gibi ortalama bir lise İnkılap Tarihi kitabında yer alan olaylara ilişkin kısa ve özet bilgilerin, yine canlandırmalar eşliğinde ziyaretçilere bir hap misali verilmesi söz konusu. Bu sayede “uğruna canların verildiği” demokrasi kavramının ansiklopedik de olsa neyi ifade ettiğinin anlaşılmasının amaçlandığı göze çarpıyor. Müzelerin tamamında olayların hiper gerçekçi canlandırmalarla aktarılma çabası, görsel temsil yoluyla inancın hızla ve arzu edilen biçimde yayılması için İncil anlatıların kilise duvarlarına resmedilmesini hatırlatıyor (Boynudelik; 2018). Hafıza 15 Temmuz Müzesi ve Panaroma 1453 Müzesi’nde de olduğu gibi iktidarının hafıza restorasyonu pratiğinin, performatif, gösterisel, sahnelenmiş karakteri (Bora, 2021) Yassıada’daki müzelerde de karşımıza çıkıyor.

Müzede Bab-ı Ali Baskını gibi tarihe damga vurmuş olaylara ilişkin canlandırmalar sergileniyor.

Müzelerin yanında dikkati çeken ayrıntılardan biri adanın her yanında karşımıza çıkan sanat eserleri. Giriş biletlerinin satışına aracılık eden firmanın blogunda, bünyesinde demokrasi ve adalet temalı 23 adet enstalasyon eser yer alan adanın şimdiden İstanbul’un kültürel duraklarından biri haline gelmiş olduğu (Özer, 2021) iddia ediliyor.

“Senin bir sanatın var” sloganı ile düzenlenen Yeditepe Bienali’nde olduğu gibi kültürel iktidar olma mücadelesini çağdaş sanat cephesine de taşıyan iktidarın çağdaş sanatı halka indirme vaadi (Fırat, 2018) adadaki eserlerde de karşılığını buluyor.

Eserler konusunu adanın dramatik hikayesinden alırken, bu temayı akla gelen en bilindik sembollerle sunuyor. Eserlerde gözü bağlı kadın, demir parmaklıkları kıran güvercin, dikenli tele bağlı mektup kağıtları gibi dolayımlamaya ihtiyaç duymayan bilindik formların  tercihi, sanatçıların özensizliğinden ya da yaratıcılık eksikliğinden çok, “çağdaş sanatın” kolayca idrak edilebilecek biçimde ziyaretçilere sunulma kaygısından ileri geliyor.

Hazır çağrışım nesneleri kullanılarak hazırlanmış “Geriye Kalanlar” adlı eser adanın girişinde ziyaretçileri karşılıyor.

Benzer biçimde Ahmet Güneştekin’in Diyarbakır’da açılan Hafıza Odası Sergisi için Sureyya Su’nun yaptığı eleştiri burada da geçerli görünüyor. Eserler vasıtasıyla toplumun hafızasındaki boşluk sanatla doldurulmaya çalışılsa da, esas duygunun estetize edilme biçimindeki inandırıcılık sorunu, eserleri önünde fotoğraf çektirilen bir fon haline getiriyor. Bu halleriyle eserler, hatırlatmaktan çok hatırlamanın acısını bastıran bir etki üretiyorlar. (Su, 2021)

Eserlerin yanı sıra adanın sembol yapılarından biri olan Fatin Rüştü Zorlu Camii’ne de ayrı bir parantez açmak gerekiyor. Bulunduğu mekanın ihtiyaçlarının ötesindeki ebatlarıyla iktidar eliyle yapılan/yaptırılan her projenin alameti farikası olarak nitelendirilebilecek 16. yüzyıl cami formu adada da karşımıza çıkıyor. İktidar eliyle üretilen yapılı çevrenin merkezine yerleştirilen cami, bir bakıma “milletin” kurucu unsuru, “milletin mimarisinin” mührü olarak (Batuman, 2020) iktidarın görünürlüğünün ve siyasi nüfuzunun tezahürü. İdam sehpasına giderken abdest alıp iki rekat namaz kılmak isteyen Fatin Rüştü Zorlu’nun hatırasına binaen yapılan cami,  19. Yüzyıl’da adayı satın alan emekli İngiliz Büyükelçi Sir Henry Bulwer tarafından yaptırılan şato ve adanın içindeki Bizans dönemi manastır kalıntısı çilehanelere karşı adaya İslami bir kimlik tahvil ediliyor. İnşaat sürecinde bu kalıntıların bir kısmının yok edildiği iddiaları da bellek mücadelesinin (Çınar, a.g.e) şiddeti hakkında bir fikir verebilir.

Adanın içindeki en tartışmalı mekan ise şüphesiz 123 odasıyla adanın en büyük yapısı olan beş yıldızlı Katre Island Hotel. Otel, internet sitesinde müşterilerine “İstanbul’un dışında ama bir o kadar da yakın ideal konumuyla iş dünyasına benzersiz bir konaklama deneyimi…Şehrin koşuşturmacasının dışında, hayatın çok daha kolaylaştığı Prens Adaları’nın nefes kesen manzarasının keyfi…büyüleyici yeşilin muhteşem manzarasına bakan İstanbul Restaurant’ta romantik bir akşam yemeği” gibi vaadler sunuyor (https://katreislandhotel.com.tr/tr/hakkimizda)

Otelin deniz manzaralı süit odalarının sokaklara bakan cephelerine demokrasi ve adalet temalı eserler giydirilmiş.

Adanın kıyı şeridine bakan kısımlarına inşa edilen suit odaların yollara bakan cephelerine giydirilen eserlerle odalar kamufle edilmeye çalışılmış. Adada otel sakinlerinin eşyasını taşıyan golf arabaları ile sürekli karşılaşmak mümkün. Ziyaretçiler ada sokakları boyunca dizili lüks süit odaların arasından imrenmeyle karışık meraklı bakışlar ile ilerlerken yollar karanlıktan aydınlığa geçişin simgesi Demokrasi Fener’ine çıkıyor. Güneşli havada dönemin müziklerini çalan kapalı devre yayın eşliğinde yapılan ufak yürüyüşün sonunda, ziyaretin başında yaratılmaya çalışılan hava çoktan dağılmış görünüyor.

Genel olarak bir ucundan diğerinin mesafesi yaklaşık 800 metre olan oldukça sınırlı bir alana 1650 metrekarelik meydan, 600 kişilik Kongre Merkezi, 123 odalı kongre oteli, kütüphane, sergi salonu ve 24 metre uzunluğunda bir fener sığdırılarak adanın her metre karesinden maksimum fayda elde edilmeye çalışılmış. Tanıl Bora’nın ifadesiyle “Türk Muhafazakarlığı’nın inşaat şehveti” burada da kendisini gösteriyor (Bora, 2016).  Diğer bir ifadeyle “yıkımla yaratılan boşluk, boşluk bırakma erkine sahip olmayan iktidar tarafından aynı hızla dolduruluyor”. (Harvey, 2013 akt. Çınar a.g.e) 

Peki Yassıada gibi duygusal yatırım nesnesi olarak sembolik değeri bu kadar yüksek (Tokdoğan, 2018) bir mekana, sermaye yatırımı olan lüks bir otelin yerleştirilmesi nasıl açıklanabilir? AKP’nin inşaat odaklı projelerinde ilk akla geldiği gibi Yassıada dönüştürüldüğü haliyle basit bir rant projesi olarak salt mekanın metalaştırılmasına dönük bir proje midir? 

Bu soruya cevap bulmak için  adanın gerçekten “rantabl” bir potansiyelinin olup olmadığını sormak gerekiyor belki de. Sınırlı bir sezonu az sayıda ziyaretçisi ve zorlu ulaşım imkanları olan bir adaya bu denli büyük bir otel yatırımı yapılmasının finansal açıdan ne denli rasyonel olduğu sorgulanabilir. Elbette normal şartlarda otel gibi maliyetli bir tesisin yapımı/işletilmesinden elde edilecek kar/zarar normal şartlarda yatırımcıyı ilgilendirir. Ancak mevzu iktidar eliyle gerçekleştirilmiş büyük bir inşaat projesi olunca, makro ölçekli ilişkiler ağında hangi bileşenin hangi projeden ne kadar menfaat sağladığını, diğer bir deyişle adaya yapılan yatırımın olası zararının ne kadarının kamuya hangi mekanizma ile yansıtılacağını bugünden bilmek olanaksız görünüyor.  

Diğer yandan beş yıldızlı bir otel gibi ilk anda lüks, konfor, eğlenceyi akıllara getiren bir yapının, kollektif belleğe nakşedilmek istenen yas duygusunun sahiciliğinden çaldığı da muhakkak. 

Mekanların pazarlanmasında, o yerin müstesnalığı ve otantikliği için bir piyasa oluşturulmaya çalışılmasına karşın, o yerin pazarlanabilir hale gelip piyasası oluştukça müstesnalık/otantikliğini yitirmesi olarak nitelendirilen “Disneyleşme”, mekana anlamını vermesine karşın ziyaretçilere olumsuz çağrışım uyandıran her şeyin kaldırıldığı ya da ehlileştirildiği steril mekanların standart formatlarda sunumu şeklinde kavramsallaştırılmış (Harvey, akt. Çınar, a.g.e.). Bu haliyle Yassıada “tematik bir tatil köyünü” andırmaktan ileri gitmiyor.

Menderes ile başlayan ve merkez sağ söylemde devam ettirilen, medeniyetin ana motorunun refah ve zenginleşme arzusu olduğu fikri (Bora, a.g.e) takip edilerek ıssız kalmış Yassıada yasından kurtarılmış; bu anlamda medeniyetten nasibini almış görünüyor. O zaman bu müdahalelenin muhafazakar sağ kesim tarafından Menderes’in hatırasına saygı mı yoksa sövgü mü olduğunu belki biraz da muhafazakarların tartışması gerekiyor.

Kaynakça:

Batuman, Bülent. Milletin Mimarisi, İstanbul: Metis Yayınları, 2019

Bora, Tanıl, “Şehitler ve Şahitler”, Birikim Haftalık, 2015, https://birikimdergisi.com/haftalik/1567/sehitler-ve-sahitler, (erişim, 23.01.2022)

Bora, Tanıl, “Türk Muhafazakarlığı ve İnşaat Şehveti”, İnşaat Ya Resuluhlah, der. Tanıl Bora,   İstanbul: İletişim Yayınları, 2016

Bora, Tanıl, “Hafızayı Planlamak ve Heykelleştirmek”, Hafıza ve Sanat Konuşmaları, 2020

Boynudelik, Zerrin İren, Bu Resim Ne Anlatıyor? İkonografi, İstanbul: Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2018

Cumhuriyet, “Yassıada’nın Fikir Babası Eski AKP’li Bakan Ertuğrul Günay Projeye İsyan Etti”, 29 Mayıs, 2020; https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/yassiadanin-fikir-babasi-eski-akpli-bakan-ertugrul-gunay-projeye-isyan-etti-1741847 (erişim, 23.01.2022)

Çınar, Reyhan Ünal, “Ecdadın İcadı”, İstanbul: İletişim Yayınları, 2020, 

Fırat, Begüm Özden, Senin Bir İhtimalin Var!: Yeditepe Bienali, “Gelenekli” Sanatlar, Hamiler ve Başka Bir Dünya, 28 Mayıs 2018; skopbülten https://www.e-skop.com/skopbulten/senin-bir-ihtimalin-var-yeditepe-bienali-“gelenekli”-sanatlar-hamiler-ve-baska-bir-dunya/3810 erişim, 23.01.2022)

Milliyet, “Yassıada İstanbul’un Camp David’i Olacak”, 15 Mayıs 2015, https://www.milliyet.com.tr/gundem/yassiada-istanbul-un-camp-david-i-olacak-2059272 (erişim, 23.01.2022)

Özer, Nilüfer Demir; Tarihi Bir Mekan: Demokrasi ve Özgürlükler Adası; 29 Temmuz 2021; https://blog.biletix.com/yasam/tarihi-bir-mekan-demokrasi-ve-ozgurlukler-adasi-10812 (erişim, 23.01.2022)

Özlüer, Fevzi; Türk Sağında ‘Ada’ ve Ütopya; Evrensel, 14 Şubat 2016, https://www.evrensel.net/haber/272566/turk-saginda-ada-ve-utopya (erişim, 23.01.2022)

Su, Süreyya; Renklerin Canlandıramadığı Anılar Yığını, 31 Ekim 2021, Pencere Pazar, Sayı 84

Tokdoğan, Nagehan, Yeni Osmanlıcılık İstanbul: İletişim Yayınları, 2018